Yazı İçeriği

En büyük neden; ileri yaş

Altta yatan nörodejeneratif  bozukluk önemli

Hafif bilişsel bozukluğa dikkat!

Türkiye’de 600 bin Alzheimer hastası var

Bilişsel rezerviniz yeterli mi?

65 yaş üzerindeyseniz…

Genetik ve çevresel faktörler çok önemli!

Tedavide güncel çalışmalar umut veriyor

Bulgular başlamadan tanı konulabiliyor

Beyin sağlığını korumak için neler yapmalı?

Yaşlanmayla birlikte alzheimer riski de artıyor

Amiloid ve tau proteinlerinin yapısının bozulması, aşırı derece üretilmeye başlaması ve atılımının azalması sonucunda beyinde birikerek önce fonksiyonel bozukluk sonrasında ise hücresel hasara neden olan Alzheimer hastalığı, nörodejeneratif bir hastalıkt. Nörodejenerasyon beyin hücrelerinin ilerleyici hasarı anlamına geliyor ve hastalığın erken döneminde henüz hiç bir klinik belirti olmayabiliyor.


En büyük neden; ileri yaş

İleri yaş ise Alzheimer hastalığı için en önemli risk faktörü olarak kabul edilmektedir. Yaşam süresinin uzunluğu ve yaşlı popülasyonun yoğunluğu nedeniyle yakın zamana kadar gelişmiş ülkelerin hastalığı olarak kabul edilen Alzheimer hastalığının görülme sıklığında son yıllarda gelişmekte olan ülkelerde daha belirgin artış oldu. Bunda en büyük etken olarak diyabet, kalp hastalıkları hatta kanser gibi kronik hastalıkların tedavisinde yaşanan gelişmeler sayesinde gelişmekte olan ülkelerde de yaşam sürelerinin uzaması ve yaşlı popülasyonun artması. Ancak nedenler arasında beyin sağlığı konusuna yeterli özenin gösterilmemesi de önemli bir etken. Bunun sonucunda kalbi, böbrekleri, karaciğeri ve diğer organları görece iyi çalışan ancak beyin fonksiyonlarında daha belirgin bozulma olan kişilerin sayısı artmaya başladı. “Gelişmiş ülkelerde, beynin de diğer organlar gibi korunması gerektiği fark edildiğinden sağlıklı beyin yaşlanmasına yönelik önlemler alınıyor ve ulusal sağlık politikaları oluşturuluyor. Ancak Türkiye’de beyin sağlığına yönelik farkındalık daha az olduğundan hem koruyucu önlemler alınmıyor hem de hastalık geç tanı alıyor” diyen Acıbadem Taksim Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Mustafa Seçkin, “Dolayısıyla ülkemizde çoğu hasta Alzheimer hastalığı tanısı aldığında günlük yaşam aktivitelerini etkileyecek düzeyde bilişsel bozukluk ve beyinlerinde ciddi hacim kaybı gelişmiş oluyor. Bizim amacımız hastalığı çok daha erken dönemde tanımak, hastalığın ilerleyişini yavaşlatmak, hastaların ve ailelerinin yaşam kalitesini uzun süre koruyabilmelerini sağlamaktır. ” sözleriyle erken tanının önemine değiniyor.

Altta yatan nörodejeneratif  bozukluk önemli

Alzheimer hastalığının erken tanısı için sağlıklı kişilerin öncelikle kognitif taramaya girmesi yani bellek (yakın ve uzak bellek), dikkat (basit, karmaşık ve sürdürülebilir dikkat), görsel-mekansal işlevler (obje ve yüz tanıma, yön-bulma), yürütücü işlevler (hesaplama, muhakeme, soyut düşünme, karar verme) ve dil (anlama, konuşma, yazma) gibi bilişsel fonksiyonlarının muayene edilmesi öneriliyor. Bu tarama sonucunda hastalığın erken formları değerlendiriliyor. Böylece kişide günlük yaşam aktivitelerini etkileyecek düzeyde bir unutkanlık olmasa dahi Alzheimer hastalığının erken formu olan “hafif bilişsel bozukluk” saptanabiliyor.

Hafif bilişsel bozukluğa dikkat!

Hafif bilişsel bozukluk 60 yaşın üzerindeki her beş kişiden birinde görülüyor. Yaşlanan nüfus için bu rakam klinik olarak çok önemli çünkü hafif bilişsel bozukluk tanısı alan kişilerin yaklaşık yarısında beş yıl içerisinde Alzheimer hastalığı gelişebiliyor. Hafif bilişsel bozukluk tanısı alıp takiplerinde Alzheimer hastalığı gelişmeyen kişilerde ise altta yatan nedenler çoğunlukla tiroid fonksiyon bozuklukları gibi hormonal bozukluklar, depresyon, uyku bozuklukları, vitamin B12 ve demir eksiklikleri gibi düzeltilebilir nedenler olabiliyor. Bu bozukluklar tedavi edildiğinde, altta nörodejeneratif bir süreç yoksa hastalar zamanla bilişsel olarak düzelebiliyor.

Türkiye’de 600 bin Alzheimer hastası var

Türkiye Alzheimer Derneği’nin verilerine göre, Türkiye’de yaklaşık 600 bin Alzheimer hastası bulunuyor ve bu rakama hafif bilişsel bozukluk aşamasında olan hastalar dahil değil. Alzheimer hastalığının daha da erken formu olan “subjektif bilişsel bozukluk” ise kişinin kendisinin veya ailesinin gözlemlediği ancak henüz muayenede objektif olarak tespit edilemeyen bir durumu tanımlar. Dolayısı ile Alzheimer hastalığının erken formlarını da hesaba kattığımızda ülkemizde bir milyona yakın kişinin etkilenmiş olduğunu söyleyebiliriz.

Bilişsel rezerviniz yeterli mi?

Yeni tanımlanan “bilişsel rezerv” teorisi sağlıklı beyin yaşlanması konusunu daha iyi anlaşılmasına yardımcı oldu. Bu teoriye göre anne karnından itibaren stres, hava kirliliği, beslenme, uyku düzeni, sigara kullanımı, fiziksel-zihinsel aktivite, eğitim gibi parametreler bilişsel rezervimizin oluşmasına katkıda bulunuyor. Bilişsel rezervin iyi olması hem beynin yapısal olarak sağlıklı olması hem de beyindeki sinir hücreleri arasındaki bağlantıların yoğun ve güçlü olması ile mümkün olabiliyor. Bu nedenle hem genetik faktörler hem de yukarıda sayılan çevresel faktörler bilişsel rezervin oluşumu ve sağlıklı bilişsel yaşlanma için büyük önem taşıyor. İyi bilişsel rezerve sahip olmayan kişiler, altta yatan bir Alzheimer patolojisi olmasa dahi, yaşlanma ile beraber kognitif yetilerini kaybetmeye başlıyorlar. Ancak bu bozulma Alzheimer hastalığı gibi şiddetli ve ilerleyici değil. Hem kötü bilişsel rezerve sahip hem de beyinlerinde Alzheimer patolojisi olan kişilerde ise hastalığın bulgularının daha erken yaşta ortaya çıktığını ve hastalığın daha hızlı ilerlediğini belirten Dr. Öğr. Üyesi Seçkin, “Oysa beyin yaşlanması konusunda alınacak önlemler ile sağlıklı bilişsel yaşlanma mümkün hale gelebilmektedir. Yaşlanmanın doğal sonucu olarak her yıl beyin hacmimizin ortalama %0.3-0.5’ini kaybederiz. Alzheimer hastalığında ise nörodejenerasyonun bir sonucu olarak bu oran %2 ve üzerinde olabilir ve bununla orantılı bir hızda bilişsel kötüleşme gerçekleşir” diyor.  

65 yaş üzerindeyseniz…

Amerikan Nöroloji Akademisi 2019 yılında yayınladığı bir bildiri ile 65 yaş üstü bireylerin yıllık kognitif muayeneler ile takip edilmesini önerdiğine dikkat çeken Dr. Öğrt. Üyesi Seçkin sözlerine şöyle devam ediyor: “Yıllık takipler sırasında, ayrıntılı nörolojik, kognitif muayenenin ve beyin görüntüleme tekniklerinin yardımı ile kişilerdeki bilişsel bozulmanın ve beyin hacmindeki kaybın sağlıklı yaşlanmanın bir parçası mı yoksa olası bir Alzheimer hastalığı ile mi ilişkili olduğunun klinik olarak ayırt edilebilmesi mümkündür. Öte yandan yakın zamana kadar hastalardaki unutkanlık, dikkat bozuklukları, yön bulma güçlüğü, isimlendirme bozuklukları ve obje-yüz tanıma güçlüğü gibi problemlerden yola çıkarak klinik bir tanı olarak ele alınan Alzheimer hastalığı günümüzde biyolojik bir tanıma da sahip. Nasıl ki bir tümör birkaç yıl hiç bulgu vermeden yavaşça ilerleyebiliyor ve hastalar tanı aldığında kanser oldukça yayılmış olabiliyorsa, Alzheimer hastalığı da biyolojik olarak yıllar içerisinde ve yavaşça ilerler. Yapılan çalışmalar Alzheimer hastalığının biyolojik bulgularının hastalar klinik tanı almadan yaklaşık 20 yıl önce ortaya çıkmaya başladığını göstermektedir. Bu süre içerisinde patolojik yapıdaki amiloid ve  tau proteinlerinin birikmesi ile beyinde amiloid plaklar ve tau içeren nörofibriler yumaklar oluşur. Patolojinin yoğunluğunun artması ile hücresel hasar gelişir ve klinik bulgular ortaya çıkmaya başlar. Dolayısıyla günümüzdeki bilimsel çalışmalarda Alzheimer patolojisinin erken dönemde tanınması ve hastalığın ilerlemesini engelleyecek tedavilerin geliştirilmesi amaçlanıyor”

Genetik ve çevresel faktörler çok önemli!

Alzheimer hastalığının ortaya çıkmasında farklı etkenler var. Örneğin, hastalık yüzde 1-2 oranında ailesel geçiş karakteri taşıyor. Geriye kalan hastalarda gösterilebilen ailesel mutasyon bulunmasa dahi çevresel faktörlerin genetik yapılar üzerindeki etkilerinin hastalığın ortaya çıkmasına neden olabildiği düşünülüyor. Bir başka ifadeyle, kalıtsal özellik taşımasa dahi var olan genetik yatkınlık kişileri Alzheimer hastalığı açısından daha riskli hale getiriyor. Bu durumda da Alzheimer patolojisini tetikleyebilecek çevresel faktörler belirleyici oluyor. Örneğin, kişinin hayatı boyunca yaşadığı yoğun stres, depresyon gibi durumlarda salgılanan steroid yapıdaki hormonlar beynin bellekten sorumlu hipokampüs denilen bölgesinin hasarlanmasına neden oluyor. Maruz kalınan hava kirliliği, tarım ilaçları gibi çevresel toksinler sadece Alzheimer hastalığı değil, Parkinson hastalığı gibi farklı nörodejeneratif hastalıklar açısından da risk faktörü oluşturuyor. Sedanter yaşam, düzensiz uyku, kötü beslenme alışkanlıkları da Alzheimer hastalığı açısından düzeltilebilir risk faktörleri arasında yer alıyor.

Tedavide güncel çalışmalar umut veriyor

Alzheimer hastalığında beyinde asetilkolin adı verilen hormon benzeri bir maddenin azaldığı biliniyor. Asetilkolin düzeyindeki azalmanın unutkanlık ve benzeri bilişsel bozukluklarla ilişkili olması nedeniyle beyindeki asetilkolin düzeyinin arttırılmasını sağlayan ilaçlar Alzheimer hastalığı tedavisinde ilk seçenek olarak kullanılıyor. Ayrıca eşlik eden uyku bozukluklarının ve depresyon, ajitasyon, kaygı gibi nöropsikyatrik bozuklukların tedavisi hastaların yaşam kalitelerinin artması ve hastalığın seyrinin yavaşlaması için büyük önem taşıyor. Ancak tüm bu tedaviler altta yatan patolojiyi direkt olarak ortadan kaldıramadığı için güncel bilimsel çalışmalarda anormal yapıdaki amiloid ve tau proteinlerinin beyinden temizlenmesine odaklanılıyor. Henüz deneysel aşamada olan ve klinik kullanıma girmeyen bazı ilaçların ve aşı benzeri uygulamaların yakın zamanda hastaların kullanımına sunulması hedefleniyor. Bu ilaçların faydalı olabilmesi için hastalığın çok erken, hatta klinik bulgular dahi başlamadan önce tanınması çok önemli çünkü Alzheimer patolojisinin beyinde yarattığı hasarı geri çevirmek mümkün olmuyor.  

Bulgular başlamadan tanı konulabiliyor

Peki, eğer bulgular başlamadıysa o zaman nasıl tanı koyacağız? Dr. Öğr. Üyesi Seçkin, bu soruyu şöyle yanıtlıyor: “Günümüzde beyinde amiloid ve tau birikimini hastalığın çok erken dönemlerinde gösterebilecek teknikler gelişmiş durumda. Bu yöntemlerden ilki beyin omurilik sıvısında amiloid ve tau düzeylerinin gösterilmesi. Amiloid proteini beyinde biriktiği için beyin omurilik sıvısındaki seviyesi düşüyor. Sinir hücreleri içerisinde biriken tau proteininin hücresel hasara neden olması sonucunda anormal yapıdaki tau proteinleri beyin omurilik sıvısına geçiyor ve tau düzeyini yükseltiyor. Yani beyin omurilik sıvısında amiloid proteini düzeyinin düşmesi, tau proteininin yükselmesi Alzheimer patolojisinin varlığını gösteriyor. Beyin omurilik sıvısı lomber ponksiyon adı verilen yöntemle elde edildikten sonra laboratuarda inceleniyor ve Alzheimer hastalığının varlığı ile ilgili %90’ın üzerinde kesin yanıt elde edilmesini sağlıyor. Bu testi, günümüzde Amerika’da risk altındaki asemptomatik kişiler dahi tarama amaçlı yaptırıyor. Bir diğer yöntem ise pozitron emisyon tomografisi (PET) görüntülemesi ile beyinde amiloid ve tau birikiminin saptanması... Bir nükleer tıp yöntemi olan Amiloid PET ülkemizde bu yıl kullanılmaya başlandı ve ilk uygulamaları oldukça başarılı. Amiloid PET sırasında kişiye damar yoluyla verilen ve amiloid proteinine karşı duyarlı olan bir radyoaktif madde aracılığı ile beyindeki amiloid birikiminin görüntülenmesi amaçlanıyor. Ülkemizde henüz uygulamaya geçilmeyen Amerika ve Avrupa’daki çeşitli merkezlerde deneysel çalışmalarda kullanılan bir diğer yöntem ise tau PET görüntülemesi. Gelecek vadeden çalışmalardan bir bölümü de Alzheimer hastalığının tanısının kan testleri aracılığı ile konulmasına yöneliktir. Sonuç olarak, ülkemizde de kullanılmakta olan beyin omurilik sıvısı incelemesi amiloid PET görüntüleme sayesinde Alzheimer hastalığının biyolojik tanısını erken dönemde saptamak mümkün.”

Beyin sağlığını korumak için neler yapmalı?

- Zihinsel aktiviteler: Kitap okuma, bulmaca çözme, yabancı dil öğrenme gibi zihinsel aktiviteler sinir hücreler arasındaki bağlantıların (sinaps) yoğunluğunu, dolayısıyla beynin fonksiyonel kapasitesini arttırıyor.

- Fiziksel egzersiz: Egzersiz yapmak, Alzheimer hastalığı biyolojik olarak başlamış olsa da nörodejenerasyonun hızını azaltıp, daha sağlıklı yaşlanmaya yardımcı oluyor. Alzheimer hastalığı olmayan bireylerde ise düzenli fiziksel egzersiz sayesinde yaşlanmaya bağlı fizyolojik volüm kaybını azaltmak mümkün. Haftada en az üç kez, kişinin fiziksel kapasitesi gözetilerek hazırlanmış, 45 dakikalık kardiyo, denge, koordinasyon ve kas gücüne yönelik egzersiz yapmak önem taşıyor.

- Kaliteli uyku: Uyku bozuklukları ve düzensizlikleri de Alzheimer hastalığı riskini artırıyor. Çünkü beyindeki anormal yapıdaki amiloid proteini en çok uyku sırasında temizleniyor. Uyku düzeni bozuk kişilerde ise amiloid birikimi hızla artıyor.

- Sağlıklı beslenme ve temiz çevre: Hava kirliliğinden ve tarım ilaçlarından korunmak, sağlıklı beslenme, özellikle Akdeniz diyeti, sağlıklı beyin yaşlanması için gerekiyor. Tıpkı egzersizde olduğu gibi diyetin de kişiye özel olarak modifiye edilmelidir.